Sanat eğitimi kıymetli bir iş.
Özellikle öğretmenler için. Tiyatro, dans ve yazarlık eğitimi olan, teknolojiden anlayan bir öğretmenin yapabileceklerini düşünebiliyor musunuz?
Benim kafamda muhteşem bir yaratık canlanıyor. Öğrencilerin gözünde kafadan 1 numara olur zaten. Yeterli donanıma sahipse şayet günümüz öğretmenlerinin ağız birliği yapmışçasına sarfettiği "Yeni nesil çok yaramaz, ne durdan anlıyorlar ne sustan ayol. Bir de öğretmen şikayet hattı çıktı başımıza. Öğretmenlerin elini kolunu bağladılar" serzenişleriyle etrafının da canını sıkmaz.
Aldığım formasyon eğitimi esnasında Ankara'nın güzide liselerinden birisinde staj yaptım. Hayatımda ilk defa öğretmenler odasına bütün gözler üzerime dönmeden ve "Ne istiyorsun çocuğum?" cümlesine muhatap olmadan girme ve gözlem yapma fırsatım oldu.
Açık konuşmak gerekirse heyecanla geldiğim okulda karşılaştığım "Öğretmenler Odası" manzarası tam bir fiyaskoydu. Benim yıllar süren öğrencilik hayatımda kurduğum hayallerde o kapının arkasında ne güzel sohbetler dönerdi. Her öğretmenin bir ilgi alanı vardı. Kimisi müzik kimisi tiyatro kimisi resim kimisi sporla ilgilenirdi. Her birinin illa ki bir uğraşı vardı okul haricinde. Aralarından bazıları akademik kariyer de yaparlardı bir yandan. Onlara saygı daha da büyüktü.
Çay alıp sigara için bahçeye çıkan öğretmenler dahi karizmatikti benim gözümde. Kim bilir o dumanların altında ne derin sohbetler yapılıyordu da peşpeşe yakılan sigaralar, tazelenen çaylar muhabbete eşlik ediyordu.
Öğretmendi onlar ve öğretmen dediğin her şeyden biraz anlar boş vakit geçirmezdi. Kendisi öğrenmeye devam etmeliydi ki öğretmeye de devam edebilsin. Benim için hepsi muhteşem insanlardı. Senelerce hayranlıkla izledim öğretmenlerimi. Duruşlarını, bakışlarını, konuşmalarını taklit ettim.
Gençlik dönemimde aşkla istediğim hayallerimden birisiydi öğretmen olmak. Öğrencilerimin etrafımda toplaşmasını sağlamak. Ders haricinde de gelip konuşmak istedikleri kişi olmak. Deli dehşet ders işlemek. Öğle arasında çılgınca top oynamak. Okul çıkışı haftada 2-3 gün okulda kalıp beraber oyun sahnelemek. Beraber sinemaya tiyatroya gitmek. Söyleşiler düzenlemek. Projeler yapmak. AB projeleri mesela, öğrencilerimle beraber Avrupa'ya gitmek. Görmek, göstermek.
İngilizce'nin sadece İngilizce Dersi için gerekli olmadığını göstermek. Dünya'ya ayak uydurmak hatta öne geçmek gerektiğini göstermek. Okul'un matematik dersinden ibaret olmadığını göstermek. Matematiğin de matematik dersinden ibaret olmadığını göstermek. Hayatın, sanatın ve bilimin derslerde gördükleri saçma işlem ve ezberlerden oluşmadığını anlatmak. Herkesin mühendis olması gerekmediğini, memuriyetin en güvenli gelecek olmadığını, ekmeğin değil hayatın peşinden koşmak gerektiğini göstermek. 100 sene sonra hiçbirisinin bu dünyada olmayacağını ve tüm hayatlarını para kazanıp harcamak üzerine kurmamaları gerektiğini anlamalarını sağlamak.
En azından bir enstrüman çalabilmelerine vesile olmak, o da olmasa nota bilmelerini ve kaliteli müzikten anlamalarını sağlamak. Seyahat etmenin güzelliklerini göstermek. Harekette bereket olduğu gerçeğini mottoları haline getirmek.
Güzel hayallerim vardı ve bana "Hadi git staj yap. 2 ay sonra öğretmensin." dediklerinde yaşadığım korkuyu anlatmak mümkün değil. İçinden attığım "Yeni mezunum ben nasıl öğretmen olabilirim. Daha tiyatro eğitimi almadım, bir enstrüman bile çalamıyorum. Şiir söylemeyi bilmem. Ezberimde olanı da unuturum okurken. Ne yaparım? Nasıl öğretmen olurum? Daha erken!" çığlıkları bir "Peki hocam!" ile bastırıp yola çıkışımdaki duygularım tarif edilemez.
Bu düşünceler içerisinde kıvranarak, utana sıkıla "Öğretmenler Odası" tabir edilen kutsal mekana girdiğimde gördüğüm manzarayı tahayyül edebilir misiniz?
Bir grup "insan" öbekler halinde konuşuyorlar odanın muhtelif noktalarında. Kulak kabarttım. En yakınımdaki grup yemek tarifi veriyordu. Biraz ilerdekiler akşamki maçın kritiğini yapıyordu en hararetlisinden. Köşedekiler fısıltılar halindeydi, sağa sola atılan kaçamak bakışlardan en sıcak havadislerin karşı tarafa aktarıldığını tahmin etmemek elde değildi. Pencere önündekilerden seçebildiğim sözcükler o tarafta sağlıkla ilgili bir problemden bahsedildiğini gösteriyordu.
Alelade bir mahalle kahvesinde yahut kadın gününde konuşulacak konular "Öğretmenler Odası" nın duvarlarına çarpıyordu. İlk gündü belki bana denk gelmişti. Her zaman böyle olacak değildi ya. 2. gün tekrar gittim ama manzarada bir değişiklik yoktu. 3. gün de ve dahi diğer günler de.
Danışman öğretmenim öğrencilerini notla korkutup susturduğunu söyleyebiliyordu fütursuzca. "Dövmek yasak artık. Arada bir şakayla karışık fiske atıyoruz hepsi o." dediğinde şaşkınlığımı gizlemekte zorlanmıştım. "Susmuyorlar" diyordu, "dinlemiyorlar". "Bir de burası en iyi okullardan biri sen bir de diğer okulları gör, hele de meslek liselerini"
Okul çıkışı okuldan ilk uzaklaşanlardan birisiydi kendisi. Bir dersaneden aldığı ve üzerinden dersi takip ettiği test kitabını alelacele dolaba atıp koşar adım çıkmıştı. "Hocam yarın ki ders ne olacak? Hangi konuyu işleyeceksiniz? Hangi materyalleri kullanacaksınız? Derse nasıl başlayacaksınız?" diyemeden ufuk çizgisine ulaşmıştı güneşin altında parlayan kafası.
Fi tarihinden kalma yöntemlerle ders işleyen, muhatap olduğu nesli anlamayan ve anlamaya da çalışmayan, Justin Bieber deyince boş bakan bir insandan bahsediyoruz. Okul çıkışı koşarak uzaklaşırsan kendini nasıl anlatabilirsin yeni yetişen nesle?
Diyemedim tabi ki. Stajımı yakmak istemedim. Köprüyü geçene kadar dayı dedim.
Staj bitti."Öğretmen" unvanına sahip oldum. Ve öğretmen olmamaya karar verdim.
Güzel günlerde görüşmek üzere..
EBS
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder